gazete etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gazete etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2014 Salı

Tuhaf öykücünün bir tuhaf anıları - 14.12.2013

Kısa filmleriyle olduğu kadar hikayeleriyle de genç kuşağın sesi olarak nitelendirilen Etgar Keret'in yeni kitabı Yedi Güzel Yıl raflarda yerini aldı. ECE ULUSUM yazdı

Israıllı yazar Etgar Keret bu kez yazar kimliginin yanı sıra babalıgını, karı koca iliskisini ve etnik kimligini kaleminin mürekkebi yapıyor. Daha önce Tanrı Olmak Isteyen Otobüs Soförü, Buzdolabının Üstündeki Kız ve Kapı Birden Vuruldu gibi derleme ve hikayelerini okudugumuz Keret, Yedi Güzel Yıl adlı eserinde yedi bölümde anılarını aktarıyor. Siren Yayınları'nın bastıgı Yedi Güzel Yıl okuru, yazarın talihsiz anıları içinde tuhaf ve sürükleyici bir yolculuga çıkarıyor. Keret'in son yedi yılından belli ki özenerek seçtigi bu anıları, kurmaca hikayelerindeki talihsiz karakterlerinin basına gelenleri hiç aratmayacak cinsten. Komedi ve hüznün birlikte olusturdugu güzel cümleler ve tezat anlatımlarla ironik olayları okuyacaksınız Yedi Güzel Yıl'da. Kitabın ilk bölümünde bir erkek evlada sahip bir baba olarak, oglunun dogumunu ve bir Yahudi olarak gelecekteki hayatını kara mizah ögeleriyle anlatıyor. Kara talihinin yakasını bırakmamasına ragmen yedi yılını güzel olarak nitelendirmesinin nedeni büyük ihtimalle oglu ve karısı. Samimi anlatımıyla Keret, okuru da çekirdek ailesinin iyi ve kötü hislerine ortak ediyor. Geleneklerinden kopmayan modern bir ailenin, kötünün içinde sevgi baglarıyla iyiyi yarattıgını görecek ve belki de imreneceksiniz. Etgar Keret'i, yine metnin sadelige her zaman sadık kalan Avi Pardo'nun çevirisiyle akıcı ve yazarla saglam bir bag kurmanızı saglayacak güzel bir dil ile okuyacaksınız. Argo söylemleriyle olmadık bir yerde sizi güldürecek, tam gülümsemisken okudugunuz bir cümleyle hüzünlenecek ve her sey yolunda giderken saskınlıkla kol kola gezeceksiniz. Duygu geçislerinin bu kadar basarılı bir sekilde hızlı ve çarpıcı olması okuyana keske daha uzun olsaydı dedirtiyor.

İĞNELEMELER DOLU
Yahudi ailesinin evladı, hayatının çogunu seyahatlerde geçiren bir yazar ve sıkıntılı bir cografyanın vatandası olarak hayattan aldıgı darbelerin acısını, bu kitapta ince ve sivri igneleriyle çıkarmıs adeta. Kitapları simdiye dek 35 ülkede, 31 dile çevrilen Israilli yazar, hikayelerini yazarken hayatındaki tuhaflıklardan etkilendigini söylüyor. Bu kitabı okuyunca, tuhaflık konusunda ona hak vereceksiniz. Keret'in hikayelerini sevenlerin kütüphanesinde olması gereken bir kitap Yedi Güzel Yıl.

DERS ÇIKARILACAK BABA-OĞUL SOHBETLERİ
Erkekler Ağlamaz adını verdiği anısında yazar, oğluyla sohbetini okurla paylaşıyor. ... "Demek çocukken ağlamak istediğinde onun yerine şarkı söylüyordun, öyle mi?" diye soruyor Lev. "Hayır," diyorum gönülsüzce, "Şarkı söylemeyi bilmiyorum. Bu yüzden ağlayacağımı hissettiğimde onun yerine gidip birine vuruyordum." "Tuhaf," diyor Lev dalgın bir tonla. "Ben genellikle mutlu olduğumda gidip birine vururum." Buzdolabına gidip ikimize de birer peynirli börek almanın tam zamanı. Oturma odasında oturup sessizce böreklerimizi kemiriyoruz. Baba oğul. İki erkek. Kapıyı vurup kibarca isteseniz size de peynirli börek ikram ederiz, fakat onun yerine başka bir şey, bizi hüzünlendirecek ya da mutlu edecek bir şey yapacak olursanız biraz hırpalanmanız hayli olası...

http://www.sabah.com.tr/Kitap/2013/12/14/tuhaf-oykucunun-tuhaf-anilari-bir

7 Ocak 2014 Salı

http://www.sabah.com.tr/Pazar/2014/01/05/abdli-ressamin-atolyesi-istanbul-sokaklari


Gazeteciliğin güldüren yüzü


Gazeteciliğe okuduğum okul ve sistem dolayısıyla ön yargılı baktığım doğrudur. Lakin ba(ğ)zı şeyler de ortada. Ama bu işin bir kaç yanı da var ki tadından yenmiyor. Sırf bu söyleyeceklerim için bu mesleğe aşık olabilirsiniz. Çok insan tanıyorsunuz, iyi ve kötü. Çok hırpalanıyorsunuz sonra sağlamlaşıyorsunuz. Elinize kendi içinizden gelen bir işin son halini aldığınızda yüreğinizde sıcacık bir mutluluk. Birkaç örnek vereceğim.

Yapmaktan keyif aldığım haber... 
İnsan hikayesinin gazetelerde çok az yer aldığı dönemdeyiz. Üstelik herkes aynı yüzleri görmekten sıkıldı. Benim için haber buydu. Bu haberi yaptıktan sonra çok geri dönüşler aldım, olumlu. Hayrettin Amca mutlu, okur insan hikayesi okuduğu için mutlu ve ben de mutlu oldum. En iyi gazeteciler insan hikayesini yakalayabilenlerdir demişti biri bana, öyle doğru ki. Hayat çok hızlı, şirketler farklı arzular içerisinde ama içinizdeki insanı ve samimiyeti kaybetmemek önemli. Okullarda bunu söylemiyorlar ne yazık ki! Özel haberi sağlık haberleriyle sınırlayan sistemi gördükçe diz dövmekten başka bir şey yapamıyoruz. Diretin! Görün ve tanışın. Her şey karşınızdakine el uzatırken yüzünüze içten bir gülümseme yerleştirmekle alakalı. Gazeteciliğin birçok dalı var fakat ne kadar özel ve hikayeli haber o kadar iyi.
Gazeteden geldim dediğinizde bazen soğuk ve bazen de çok sıcak karşılayabiliyorlar sizi, bilesiniz. Benim eskiye olan sevgim biraz fazla, yitirdiklerimizle alakalı vurgulamak istediklerim var, olacak. Cemal Amca, Deniz Gezmiş ile olan hikayelerini anlatırken lokuma doymuştum. Bir diğerinde akide yapımına şahit olurken farklı deneyimleri hem yaşıyor hem de gerçek anlamıyla tadıyordum. İnsan hikayesinden sonra gördüğüm kadarıyla diğer önemli husus bir konu üzerinde birden fazla örneğin yer alması. Yani derleme yapmak gerek...
Bir diğer güzel olanıysa, fotoğraf makinenizle çektiklerinizin değerlendirebilme imkanının doğması. Doğru beni mutlu eden fotoğraflar çekiyordum çekmesine ama ne olacaktı bunlar. Kapak olabilirmiş meğer! Kelebek Korse haberimde de önceden çektiğim fotoğrafları kullanmıştım. Kendinizden bir parça verdiğiniz her şey layığını buluyor, inanıyorum. Gazeteci olacaksanız fotoğraf işine girişmeniz çok önemli. Foto muhabir veriyorlar genelde ama yetinmek yanlış olur.
Fantastik dünyalara seyahati de cabası...

18 Aralık 2013 Çarşamba

Gazetecilik tozu yuttum gençler!

Gazetecilik neydi, ne değildi, nasıldı ve etik miydi derken allak bullak bir halde eleştirilerinizin cebinden zorla alınarak devam edeceğiniz bir yolda kendinizi bulabilirsiniz, ben buldum. Hangi kurumda çalışırsanız çalışın memnun olmakta zorluk çekeceksiniz, bu da bir gerçek. Eğer benim gibi yazmayı ve öğrenmeyi iş olarak görmüyorsanız pekte sorun olmayacak. İyi işler çıkarabilirsiniz, buna rağmen eleştirilebilirsiniz. Bilin ki, hırpalanmadan bu yolda da ilerleyemiyorsunuz. Demiri döve döve şekillendirme mantığı özellikle gazetede çok işler halde.

İşi öğreniyorsunuz evet ama bazen kafanız karışıyor. Özellikle birden fazla editörünüz varsa! Her aslanın kükreyişi fazla, her yiğidin yoğurt yiyişi başka ve birçok başka olduğumuzu vurgulayan atasözü sayabilirim ama konumuz bu değil. Malum biri "ile" yazımını birleşik, diğeri ayrı yazmanızı isteyebilir. Veyahut biri bakış açınızı çekiştirebilir, diğeri olduğu yerde bırakır. Akvaryumda depremi hisseden balık gibi olduğum doğrudur bazen. Şikayet edecekken elime haberi bir alıyorum ki diniyor bütün içimdeki fırtına. Aslında dengesizliğe alışık kişiler için ideal bir ortam. 

Gözünüz zenginlikte olmayacak bir de. Azla yetinmesini bileceksin ama ünvanını iyi kullanmasını daha iyi bileceksin. Ne karnın aç kalır ne de görmek isteyip göremediğin yer. İşin özü çok çalışmakta ama göze batmamakta. Kendine ayırdığın vakitten fedakarlık etmekte falan. Bakın hani herkes diyor ya, "bu işi gerçekten sevmiyorsan yapamazsın", yapanlar var şahit oluyorum. Ama onlar da ne yaptıklarıyla diğerlerini kıyasladığınız da kafada bir donk sesi işitiyorsunuz

Ne de güzel akıl veriyorum değil mi? Önemli olan benim zırvalamalarım değil a dostlar, kendinizi hazırlamanız gerektiğini söylemek istiyorum. Biraz da umursamaz olabilmenin gerekliliğini. Aksi halde kendinizi kaybedebilir ve çok üzülebilirsiniz. Şu sıralar yuttuğum gazetecilik tozunu ileride öksüre öksüre gürültülü bir şekilde çıkaracağım doğrudur.

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Gazeteci Olamayan Gazeteciler

   Sürekli eğitim sistemini ve okullardaki eksiklikleri eleştirip öneri vermek benim işim değil. Ama bu ara çok sık bir şekilde bunu yapıyor ve 4 yıl boyunca okumak yerine iş hayatına atılmanın çok daha uygun bir karar olacağını düşünüyorum. Neyse ki akademik kariyer planları içimi rahatlatıyor. Peki ya gazeteci olmak isteyenler?

   Medyadaki işlerin nasıl döndüğünü unutun. Öncelikle işi bilmeyen eleman yetiştiren okullara göz dikelim. Çalışmaya başladığım kurumu övmek niyetinde değilim fakat yeni gelen kendilerini gazeteci sananları öyle bir çekip çeviriyor ki, "4 yıl boyunca ne yaptırdılar size?" dediklerinde utanıp kalıyorsunuz. Haber Toplama ve Yazma gibi İstanbul Üniversitesi'nde bir çok öğrencinin belası olan ders benimde belam olmuş ve son senemde vermiştim. Sürekli benden gazeteci olmaz diye kendimi harap ediyordum. Neyse ki onların öğrettikleriyle günümüzde gazeteci olmuyormuş!

   Öncelikle gündem toplantısı diye kısaca üzerinden geçilerek anlatılan olay çok önemli. Hatta gazetecinin parlaması için kurulmuş bir sahne. Pazartesi günleri fikirlerini bul, madde madde yaz ve anlat. Beğenilirse ve elbette yayın kimliğine de uygunsa gazetedeki göbek haber bölümünü bile kapabilirsiniz. Bu arada göbek ve tampon haber kavramları gazetecilik jargonuna işlenmiş ama okullarda duymadıklarımızdandır. Öneriniz beğenildi ve haberi yapmanız gerekli. Haber Toplama ve Yazma, Yerel Gazetecilik vs. derslerini unutun. Medya kuruluşlarının zaten bir iletişim havuzu oluyor. Kendilerini riske atmak istemiyorlar. Haberin ham halini hazırladıktan sonra kişiler ya da kuruluşlarla görüşüp şekillendiriyorsunuz. Spot yazamadım diye kaldığım dersleri düşünürsek şuana dek yayınlanmış haberlerimin spotlarını sınav kağıdına yazsam kocaman bir 0 alırdım.

   Akademik bilginin önemi tartışılmaz ama deneyimlerle harmanlamadıktan sonra ve eski düzenle hala ittirmenin anlamı yok. Hala şaşkınım doğrusu,"haberin kaç bin vuruşluk oldu?" , "reklamları ve fotoğrafı hesaba kattın mı?"," reklamla haber arasındaki ölçüleri unutma!", "e-posta ile söyleşiye ikna et", "haber niteliği bu değil!", "benimle TRT spikeri gibi konuşma lütfen" gibi bir çok öneri ve kuralları sarsılarak öğreniyorsunuz. Medya eleştirilerini burada çöpe atıyorsunuz ve 1950 den kalma gazetecilik hakkında öğrendiğiniz 4 yılı da öyle.

  Medya içerisinde gazetecilik mezunu kişileri seçmemesinin nedeni daha doğrusu suçlusu iletişim fakülteleridir. 

10 Mayıs 2013 Cuma

Basın Fotoğrafçılarından 1 (1908 - 2013)" ve "Biz Foto Muhabirleri Çok Üşürdük" : Toplumsal İzler



   Kadırga’da İstanbul Fotoğraf Müzesi ’nde 3 Mayıs tarihinde kapılarını açan iki sergi, fotoğrafçıların arşivlerindeki fotoğrafları tekrar gün ışığına çıkardı. Bazen çok tanıdık bazen de hiç görmemiş olduğunuza şaşıp kaldığınız fotoğraflarla kronik ve oda oda hazırlanmış sergi, basın fotoğrafçılığı dalında olsa da teknoloji, toplumsal tutum, gelişmişlik ve fotoğrafın anlatım gücü hakkında birçok şey anlatıyor. 61 fotoğrafçının eserlerini insanlarla buluşturan serginin ne kadar süre ile açık kalacağını hiç bir yerde bulamadım doğrusu...

   Dünyada ilk foto ve savaş foto muhabiri kabul edilen kişi Roger Fenton’dur (1819 - 1869). Kırım Savaşı’nda oldukça zor koşullarda 360 kare çekmiştir. O dönemin teknolojisine göre son derece fazla ve iyi bir sayı. Yalnızca bir kare çekmek için o aletleri birkaç gün önce kurarak gece gündüz başında bekleyen foto muhabirlerden biridir. Ayrıca ondan sonraki foto muhabirler, ölümle burun buruna gelmiş ve hatta bir kısmı da mesleklerini yapabilmek için kendilerini savaş meydanlarına atarak hayatlarını kaybetmiştir.  Bu gibi oldukça ilginç bilgiler sergide bolca yer almaktadır.

   Fakat benim özellikle dikkatimi çeken, 61 foto muhabir içerisinde yalnızca 4 kadın foto muhabir bulunmasıydı. Elbette bunun sergiyi hazırlayanlarla alakası yok, yanlış anlamaya müsait yapısı olanlar dizginlensin. Bu fotoğraflar 1908 ile 2013 yılları arasındaki basın fotoğraflarını kapsıyor. İlk dönemlerde erkeklerin mesleki hegemonyasını yadsıyamayız. Foto muhabirlikte de durum aynıydı. Kadın foto muhabirler magazinsel medyanın varoluşuyla kendini göstermeye başladı. Hayat Dergisi bunun öncüsü sayılabilir. Renkli basın, kadının metalaştırılmasının yanı sıra bir işe yaradı, denilebilir.

   Semiha Es Türkiye’nin ilk kadın foto ve savaş foto muhabiri. Bana göre şaşırtıcıydı. Toplumsal olarak yaşadığı dönemde kimse kızının ya da karısının böyle bir iş yapmasına müsaade etmeyeceği gibi bu fikrin imkansız geldiği zamanda Semiha Es, dünyaca ünlü bir foto muhabir olmuştur. Onu şanslı kılan, eşi Hikmet Feridun Es’in  bir yazar, foto muhabirolması ve aydın olmasıdır. Hürriyet gazetesiiçin Kore ve Vietnam Savaşlarını cephede izleyerek fotoğrafladılar.

   Günümüzde foto muhabir sayısı eşitleniyor denebilir ama başarıları ve mevkileri açısından adaletsizlik, şüphesiz yine selam ediyor. Söz ettiğim foto muhabirler röportaj ile söyleşi arasındaki farklı algılayamayan gazetelere fotoğraf çekenler değil. Okura gerçeği gösteren ve bir fikir veren olay fotoğrafları çekenlerden söz ediyorum. Ve bilinir ki bir ülkenin gelişmişliğini gösteren kriterlerden biri de kadın ve erkek eşitliği, toplumda ve hukuken var oluşudur. 61’de 4 bize bu konuda bir ipucu veriyor.

  Serginin bir diğer ve de en güzel yanı da zamanında kişisel çatışmalardan ötürü sansürlenmiş, bazı kişilerin çıkartılarak basına verilmiş olan fotoğrafların el değmemiş hallerini ve de hiç görmediğiniz fotoğrafları da içermesi. Kırpılmış ya da sansürlenmiş fotoğraflar anlam çarpıtmasına sebep olur ve bunun doğrultusunda okur da gerçekten uzaklaşmış olur. Bu iş, merak gidermek için ya da başkalarının maşası olmak için kullanılmaması gerekenlerdendir; bu da bilindik bir ek bilgi olsun hepimize.

   Koridorları kronik bir sıralama ile hazırlanan sergide teknik anlamda hatalar var. Alt bilgiler ve fotoğraf sıralaması karıştırılmış ve ziyaretçilerin kafasını karıştırıyor. Bunun dışında rahatsız edici bir durum olmadığı gibi oldukça güzel ve verimli bir sergi hazırlanmış. İstanbul Fotoğraf Müzesi ’nin hemen her sergisi takip edilmeli. İnternette bulamayacağınız fotoğrafların varlığı sizi şaşırtacaktır



Gerekli bilgiler için:
http://www.istanbulfotografmuzesi.com