Ece'nin hayatı -Olabildiğince özel-

24 yılı bir çırpıda yazdım, samimiyetle...



Bir kaos ortamına nispet için yapılan çocuk olarak peydahlandım 91'in yaz mevsiminde. Üstelik doğum yapması imkansız görünen bir anneden. Bebekliğim hakkında hatırladığım en net şey, Karagümrük'teki seyyar mavi bir salıncak. Büyüdükçe mutlu olacağımı düşünürdüm. Oyuncaklardan nefret ederdim ve bunu ailem hep anormallik olarak nitelendirirdi. En sevdiğim oyuncak ise düğmelerdi. Evet, bildiğiniz iliklemeye yarayan düğmeler! Onlardan resim ya da yemek yapar, akşamları amcamla VHS kasetlerin dibine vururduk.

Annem vardı ama yoktu, babam da kendi hayatını yaşamakla meşguldü. Kimseye sorumluluk üstleyecek halim yok, varlığınızın yük olduğunu sizin de düşündüğünüz olmuştur. Anne sütü içmediğim için çocukluğumun üçte biri hastalıklarla geçti. En kötüsü sağırlıkla ilgili olandı, nasıl atlattığımı doktorlar da henüz bilmiyor.
Evden çıkmam yasak gibiydi, üçüncü sayfa haberleri ve şizofren anne korkusu beni hep evde, hiç olmadı balkonda tuttu. Bisiklete binmeyi evde öğrendim mesela. Sadece bisikleti değil, paten ve scooter’ı da. İşin aslı bu havalıydı. Arkadaşsızlıktan geberiyordum ki film, müzik, kitap ve benim sosyal bilgiler kitaplarındaki tanımına sadece sayısal olarak uyan çekirdek ailem vardı; babaannem, iki amcam ve ben. Benim için ne şaklabanlıklar yaparladı bilseniz. Tabi rol model olarak çok seçeneğim yoktu, evde kız çocuğundan çok erkek çocuğu gibi büyüdüm. Evdeki çorapları top, sandalyeleri de kale yapıp amcamı beklerdim kapıda, siz düşünün.
Bir ara İMAR Bankası’nın mağdurları olarak evde çok kötü şeyler yaşandı. Sanırım fakir olmakla ilgili bir şeyleri o zaman anlamıştım. Sadece evimizin kirasını verebiliyorduk, zeytin ve ekmek şanslıysak domates yediğimiz dönemlerde tek yaptığım balkonda oturup resim yapmak oluyordu. Yıllarca mutsuzluğumu özellikle nü kara kalem resimler yaparak attım. İlkokulda bu yüzden adım sapığa bile çıkmıştı. Eve gelip babaannemin kucağında ağlardım, o da sürekli bunun bir yetenek olduğunu anlatır dururdu. Hiç olmadı patates kızartırdı. İşte o, dünyalara bedeldi, hâlâ öyle...

Sonra ben büyüdükçe biriktirmenin keyfini öğrendim bir de oyun konsollarını. Gençlik dergilerim vardı, kocaman bir müzik setim hatta 90’ların sonunda bir de cep telefonum! Hayali arkadaşlarımdan söz edecek kadar vaktim yok, üzgünüm. Ama evde kapalı genelde okuyan ve film izleyen bir çocuğun hayal dünyasını siz düşünün artık. Okulda dış görünüşü dağınık ve haylaz ama dersleri iyi bir öğrenci oldum. İşin aslı hiçbir arkadaşımla tam anlamıyla anlaşamıyordum. En fazla şakalar yapardım onlarda benimle takılırdı. Zaten onların beni evlerine davet etmesi bile başı başına evde kavga ortamına sebep oluyordu. Okul yıllarımda en sevdiğim dostlarım her daim hocalarım oldu. Öğretmenler odasının keyfini çıkaran, müdürle çay içerken derslere girmeme lüksünü yaşayan öğrenciydim.
Hayatım boyunca üç ya da dört yılda bir taşındığımız için sabit bir yere bağlanma sorunu yaşadım. Olduğum yerden hemen sıkılıyordum. Tek sabit durabildiğim yer soba yanı olurdu. Kulağım ateşte, elimde kalem uyurdum. Sabah kendimi yatakta bulurdum.

Gel zaman git zaman kız lisesine başladım. Dünya resmen üzerime geldi. Sürekli bir rekabet ortamındaydım; dersler, popüler olmak, erkekler, kıyafet…
Sanırım cinsiyetimi tam anlamıya tanıdığım zamanlar diyebilirim. Aslında Cine5 bizde hep açıktı, ondan yaşıtlarıma göre daha çok şey biliyordum. Lisede ders notlarım epey düştü, ama bu sefer tiyatro merakım başladı. Sürekli derslerden çıkıp bir oyun buluyor, ona çalışıyordum. Okuldaki yetenek yarışmasında birinci olduğum zaman söz ettiğim rekabetin galibi sayılmış oldum. Hatta okulda bu konuda nam salmış, bir burs teklifi almıştım! Fakat ailemin “Parasız mı kalacaksın?" sorusu hayatımı yine bambaşka yere yönlendirdi.

Sınav kaygısı başladı, beynim "ÖSS" diye zonkluyordu ki maddi ve manevi bunalımlı dönemlerimi sosa bandıran bir adamla tanıştım. İşin aslı yaşça benden ne kadar büyükse o kadar çocuktu. Şu sarıp sarmalanma özlemimi gideriyordu. Yüzükler takıldı, kaynana tripleri, görümce iğnelemeleri, adeta koca lafları işittim. Sonra babam sahneye çıktı, yine bir kaos ortamı. Ben çekiyorum kesinlikle, olur olmadık zamanlarda babamla karşılaşma ya da yalan söyleyip sevgiliyle gezerken merdivenlerden yuvarlanıp ambulansta babamın kızgın gözlerine bakarken buluyordum kendimi. Üç yıllık evlilik tadında ilişkiden çok şey öğrendim ama bunlar kesinlikle beni mutlu edecekler arasında girmiyordu.

Şans eseri ilk seferde üniversiteyi kazanınca içki ve uyuşturucu ile tanışmıştım. Uyuşturucu bana göre değildi, onların tripli dünyasına ben zaten oturduğum yerde girebiliyordum. İçki iyiydi, güzeldi. Fırsat buldukça içtim,ne kadar saçma şey varsa gençliğe vurulacak hepsini yaptım. Bu arada hâlâ taşınıp duruyorduk. İçkinin dibine vurduğum bir akşam apandist ameliyatı oldum ve o zaman çok daha iyi anladım yalnız kalmanın ne demek olduğunu. Hiç öyle bakmayın, daha acı bir gol bekliyordunuz biliyorum… Kendime çekin düzen vermeye çalışırken yıllardır ortada olmayan annem Facebook’tan mesaj atarak dünyama girdi. 21 yaşına kadar size benzeyen bir simayı birden görünce özlem hissetmiyorsunuz elbette. Görüşüp görüşmeme konusu evde bir ton olaylara sebep oldu. Kendi kararımı vermek istiyordum ama hayatımın hiçbir noktasında bunu düzgünce yapamıyor, ya işin içine yalan giriyor ya da bir oyun çevirmek zorunda kalıyordum.

Anneme hiç hesap sormadım, geçmişte yaşadıklarını kimsenin telafi edebilme gücü yok. Madem geldi, şimdi ne yapacaktı? Tam bu sıralar bir de aşık oldum. Sürekli yanlış zamanda geldin keşke daha ileride karşıma çıksaydı dediğim adama. Anne ve kız ilişkisini bir türlü kuramıyor, daha çok karşılıklı oturup içiyorduk kadınla. Çok başka hayatların insanı olduğumuzu her gün daha iyi anlıyordum. Bir de iki kuzen çıkmıştı ortaya. Biri iyiydi de, diğeri ile olan diyaloglarımız duyanı ürkütebilirdi. Neyse, söz ettiğim herif benim ukala ve şımarık davranışlarıma dayanamadı, gitti. Sonra kadın yani annem bir yarışma programında ona eşlik etmiyorum diye bir mesajla “Benimle artık görüşme” dedi. Babamın “Ben demiştim” sözlerine katlandım birkaç ay ve babaannemin iğnelemelerine. Derken okulun son yılında telaş başladı ve ben Topkapı Sarayı’nın Has Bahçesi’nde oturmuş bebe bisküvisi yiyordum turistlerle. Ne olduysa o anda oldu ve birden değiştim. Değişim dediğim hayata bakış açısından tutun kıyafete kadar bir değişim. Kendim için bir şeyler yapmaya karar verdim, henüz yapmadımsa da…


Okuldaki birkaç tatsız olay yüzünden mezun olamadım. En azından stajımı bitirip yüksek lisans hayallerime kavuşayım derken Sabah gazetesinde kahve çay servisi yaparken buldum kendimi. Durum o kadar vahim değildi, hızlı toparlandı. Nasıl olduysa benim sevdiğim kadar onlar da sevdi beni ve gazetenin muhabiri oldum. Babam iplerimi bıraktı, babaannem çoğu zaman yalnız kaldığıma üzülür oldu. Konserden konsere gittim yetmedi yurtdışına çıktım bu iş sayesinde. Saatlerce çalıştım, zorunluluktan değil keyif alarak. Bu keyif alma ve benim haylazlığım bana yedi ay cumartesi ekinde köşe yazmamı bile sağladı! Gel zaman git zaman kız lisesindeki söz ettiğim rekabetler burada da yaşanmaya başladı. İki buçuk yıl sonra istifa ettim. Bu arada bir yıl içinde eve hırsız girdi, 40 tonluk bir su baskını yaşadık, babaannem hastanede kaldı gibi kötü olayları atlıyorum. Sabah’taki çalışma tempomu değil fakat insanları çok özlüyorum. Bir ay işsizlik beni ev seksisine dönüştürüyordu ki Habertürk’te yeniden işe başladım. Kendimi daha iyi hissediyorum. Şimdi usul usul devam ediyorum yaşamaya. 24 yaşımdayım fakat kendimi 35 yaşını geçkin hissediyorum. Her şey beni bulur sendromu bende de var, evet…

Hiç yorum yok: