kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2014 Pazar

Türkçe diye bir dil vardı / Hasan Bülent Kahraman - 13.04.2014

SABAH Kitap eki geçen cuma günü yayımlanan nüshasıyla 100. sayıya ulaştı. Bu ekin ilk sayısını da bu sayısını da değerli dostum Figen Yanık hazırladı. Eki de kendisini de kutlamak gerek. Bu tür işler zordan da zordur Türkiye'de. Benimle de bir görüşme yapıldı SABAH Kitap eki için. Genç arkadaşım Ece Ulusum geldi, çok güzel sorular sordu; kitaplarım, kitaplığım, kitap tutkum ve okumayazma alışkanlıklarımla ilgili. Bu röportajı isteyenler bulup okuyabilir. Ece sorularının arasında bana döne döne okuduğum kitaplar olup olmadığını sormuştu. O sırada öyle bir kitap değil de yazar olduğunu söyledim "Dostoyevski ve Beckett'tir o yazarlar" dedim. Türk edebiyatından da bazı isimler verdim. O gittikten sonra epey düşündüm. Bir kere daha anladım ki, ben gerçekten kitap değil, yazar okuruyum. Zaten 'bütüncü' olmam da biraz onu gösterir; bir yazarın okuyunca tüm yapıtlarını okumak... Evet, İlyada ve Odysseus, Don Quixote, Moby Dick, Kırmızı ve Siyah ('Dosto Baba'nın romanlarından hariç) büyük saydığım ve daima yeniden okuduğum romanlardır ama bunlar da zaten üstüne başka şey söylenemeyecek yapıtlardandır.

AHMET RASİM BİR DİL CAMBAZIDIR
Türkçe'de böyle döne döne okuduğum roman gerçekten yok. Birçok kitabı yeniden okumuşsam da bu belli bir nedenledir. Doğrudan kitabın bende bıraktığı tadı aradığım için değildir. Ama bazı yazarlar var ki, onlardan kopmadım. Ve şimdi o yazarların üslupçu yazarlar olduğunu göğsümü gere gere söyleyebilirim. İsimler de bellidir: Ahmet Rasim, Ahmet Haşim, Nurullah Ataç, Falih Rıfkı, Refik Halit! Bu kadar. Buna bir de Attila İlhan'ı katarım. "Başka üslupçu yazar yok mu?" denirse, olumsuz cevap vermem ama bu isimleri aşacak kimse olduğuna pek inanmam. Türkçe'nin bu yazarların dilinde, kaleminde dövülerek oluştuğunu rahatlıkla öne sürerim. O diğer üslupçu yazarlardan ne bileyim Tanpınar önemlidir, meseleleri, kültürel kaynakları, yaşama biçimiyle de bana ayrıca yakın gelir, 'Lodosa, Sise, Lüfere Dair' başlıklı yazısını zaman zaman susamışlıkla gidip okurum ama anlatışını boğuntulu, sıkıcı, zorlama ve biraz da yapay bulurum. Oysa diğerleri fırtına gibi esen, şaşaalı, debdebeli, mutantan üslupların sahibidir. Başlayalım... Ahmet Rasim, 'kroniklerinin' tadına gerçekten doyulmaz bir yazardır. Hele dilinin epey eskidiği hatırlanırsa ne muazzam bir dil cambazı olduğu daha iyi anlaşılır. Neredeyse unutulmuş bir halk dilini kağıda geçirmektedir. Bir vapurda, tramvayda, pazar yerindeki haykırışlar, ünlemeler, öfke, sevinç, nefret nidaları yazısında paldır küldür canlanır. Gene de hepsi bir yana, "Patlıcanlar morara morara kadife rengini aldılar" cümlesini birkaç kere içinizden tekrarlayınız, eğer bu söyleyişlerde nasıl akideleştiğini, ağzınızda eridiğini, helmeleştiğini göremiyorsanız Türkçe bilinci, zevki, keyfi bakımından epey gidecek yolunuz var demektir. Ahmet Haşim'i herkes şiirleriyle tanır, bilir, anımsar. Ama daha önce de yazmıştım; Türk köşe yazısı ve fıkra edebiyatı (ki, bu sonuncusu artık bitmiştir) onun eteklerinden doğmuştur. Çok zor, neredeyse bütün bir gün uğraşarak yazdığı söylenen kısacık, küçücük yazıları, hayli keskin olduğu anlaşılan zekasından ve sivri dilinden ne ışıltılar taşır, anlatmak çok zor, ancak okunursa görülür. Baharla, sinemayla, tahtakurusuyla, kürklü kadınla ve daha onlarca konuyla ilgili yazdıkları birer anlatım lezzetidir, okumalara doyulmaz.

ATAÇ'IN ANLATIMI ÇOK BERRAK
Sonra Ataç! Demir Özlü, Ataç'ın Türkçe yazın dilini kurduğunu belirtmişti. Bu doğrudur. Bütün o şimdi manasız görünen Öz Türkçe 'tilcikler', masaya 'tirge', kağıda 'sazın', mektuba 'betik' demeler, son döneminde neredeyse her cümlesini 'devrik' yazması gibi eleştirilecekse eleştirilecek yanları elbette vardır Ataç'ın. Ama anlatımının aparı, dupduru, berraktan daha berrak olduğunu söylemeye gerek var mı? Bu dil gücü ve bilinci onun çevirilerine de yansır. Ataç'ı okumak, açık seçik yazıldığında Türkçe'nin ne kadar ifade gücü yüksek bir dil olduğunu gösterir. Bir de şiirseldir Ataç'ın dili, hayatı boyunca imrendiği ama bir türlü 'olamadığı' şairliği Türkçesinde ortaya çıkmış gibidir. Falih Rıfkı, besbelli, ağır başlı, hani amiyane tabiriyle hayli 'okkalı', oturaklı, kallavi bir üslubun sahibidir. O da güç yazarmış. Musahhihi veya sekreteri Varlık dergisinin kurucusu Yaşar Nabi Nayır'mış. Atay, sayfalar dolusu yazı gönderirmiş. Yaşar Nabi Bey dizildiğinde bir gazete sütunu yazının zor çıktığını belirtiyor. Falih Rıfkı'da, diğerlerinden farklı bir şey cereyan eder: Yazısının bütünü de elbette bir atmosfer yaratır ama Atay daha çok cümlelerin, çok şiddetli benzetmelerden oluşan çok kuvvetli, çok ağır, cümlelerin yazarıdır. Yazı birbirine dayanmış, her biri ayrı bir öz taşıyan mayalı cümlelerden oluşur. Bir manada da uzun yazıların kısa yazarıdır Atay. Biraz yukarıdan bakan tavrının da bunda tesiri vardır.

REFİK HALİT DEVAMLI GÜLDÜRÜR
Refik Halit ise rüzgarlar estirir. Bir çarkıfelek, alaimisema, atlı karıncadır onun yazısı. Şen, şakrak, hareketli, heyecanlı, atak, daima güldüren, insanda daima haz duygusu uyandıran ve onu ayakta tutmayı iş edinen bir yazardır. Tam manasıyla bir hedonisttir. Saklamaz. Yazısı da o hedonizminin bir uzantısıdır. Karay bir fikir adamı değildir ve bu da ne onun derdidir ne kimsenin meçhulü. O yazı denen bir atı kırbaçlamak, şaha kaldırmak, dört nala koşturmak kaygısı peşindedir. Sadece Sakın Aldanma İnanma Kanma kitabında çiçekleri anlattığı son yazıyı yazsaydı hayatında bu bile Türkçe'nin üslup Pantheon'unda Tanrılar katına yerleştirecekti onu...
Attila İlhan bütün bu isimlerin sentezidir. Gerçekten akıl almaz bir üslupçudur. Daima Falih Rıfkı'ya hayran olduğunu söyledi ama Atay'daki kuvvete rağmen mevcut olan 'dar hendese'den (geometri) İlhan'da eser yoktur. Yazıya paldır küldür girer, müthiş bir belagatla, açıklıkla, akla ziyan benzetmelerle, deyimlerle, o hiç sevmediğim tanımla söyleyeyim 'konuşur gibi' anlatır, yazıyı bitirir. İnsanın aklı başından gitmiştir. Üstelik bu yazı onun en ağır fikri meseleleri tartışmasına engel değildir. Ayrıca daima sentimental, romantik, lirik, hatta nostaljiktir. Daha ne olsun? Keşke yer olsaydı hepsinden bir paragraf alıntılasaydım. Olmadı ama bunları yazarken başka bir şey anımsadım: Gerçekten, yahu, bir zamanlar Türkçe diye bir dil vardı.

http://www.sabah.com.tr/Pazar/Yazarlar/kahraman/2014/04/13/turkce-diye-bir-dil-vardi

12 Nisan 2014 Cumartesi

Hasan Bülent Kahraman söyleşi



Link:

Elektronik kitaplar, gerçek kütüphanelerin yerini alacak / 12.04.2014

SABAH gazetesi yazarı Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman'la üniversitedeki çalışma odasında buluştuk ve yüzlerce kitabın olduğu kütüphanesi üzerine konuştuk. Kahraman sevdiği yazarların bütün kitaplarını alıp okuyan gerçek bir kitap kurdu
ECE ULUSUM

Entelektüel yazılarından tanıdıgımız Hasan Bülent Kahraman dört yasından beri kitap okuyor. Kitaplarla bambaska iliskisi oldugunu söyleyen Kahraman'ın Kadir Has Üniversitesi'ndeki çalısma odasına konuk olduk. Içeri girer girmez kitap yıgınları ve agzına kadar dolu kütüphaneden gözlerimizi alamadık. Kahraman bir kütüphane kurmak isteyenlere bütüncül olmalarını ve sevdikleri yazarların bütün kitaplarını edinmelerini öneriyor.
- Kütüphanenizde yaklasık kaç kitabınız var?
- Kitaplarımı hiç saymadım. Bazen saymaya kalkıyorum, anlamsız buluyorum. Çünkü evimde, sandıklarda, annemin evinde kitaplar var. Benim kitaplarla yasadıgım iliski, bambaska bir iliski. J. Luis Borges "Ben yasamadım, okudum" der. Bunu kendim için de söyleyebilirim. Zamanında "Türkiye'nin en çok okuyan insanı" oldugum üzerine saçma iddialarda bulundum. Gerçekten sözüme sadık kaldım. Uzun süre ögrencilerim okuma hızıma yaklasamadı. Tabii yasım ilerleyince hayat beni baska mesguliyetlere itti. O zaman da ögrencilerim beni yakaladı ama geçemedi. Simdi belki artık geçiyorlar, diyebilirim. Okumanın uyusturan bir yanı da var. Hâlâ kelimenin gerçek anlamıyla gece gündüz okuyorum. Ben çok az uyurum. Bu alıskanlıgım da daha fazla okumamı sagladı. Daha fazla okumak için uyku saatlerimi azalttım.

AYNI KİTAPTAN ÜÇ DÖRT TANE ALDIĞIM OLUR
- Saymadıysanız kitaplarınızın listesini de yapamamıssınızdır...
- O gerçekten büyük bir dert. Benim kitaplıgım tamamen islevsiz bir kitaplık, bunu itiraf edebilirim. Bunu bir eksikligim olarak görüyorum. Evin ortasında dag gibi yıgılmıs kitap kümeleri var. Ben alıyorum ya da dısarıdan geliyor. Bunların arasında kitap aramak bulmak mümkün degil. Bu nedenle ihtiyacım olan kitapları kütüphanelerden temin ediyorum ya da gidip bende var oldugunu bile bile tekrar satın alıyorum. Kimi zaman aynı kitabın üç dört kopyasıyla karsılasıyorum. Bu kendime karsı bir ölçüsüzlük, kitaba karsı da haksızlık. Yakında bir asistanım listeleme isini halledecek.
- E-kitaplarla aranız nasıl? Dijital ortamlar sizce kütüphanelerin gelecegini degistirecek mi?
- Kitap bundan sonra bir nesne olarak iyi tasarlanmıs ya da bir fetis nesnesi olarak varlıgını sürdürecek. Ama elektronik ortam bu isi devralacak, bundan zerre kadar kuskum yok. Kitapları çok seviyorum, satın alıyorum ve kitabın sayfasına, kapagına en ince ayrıntısına kadar bakıyorum. Bundan da büyük haz alıyorum. Ama elektronik kitabı çıktıgı ilk günden bu yana satın alıyorum. E-kitaptan zevk almayan gerçek bir kitap tutkunu olamaz.
- E-kütüphaneniz var mı?
- Evet var ve dijital ortamdan yararlanıyorum. Hayatım boyunca yanıma sınırlı sayıda kitap almanın üzüntüsünü yasadım. Üstelik hiçbirini o yolculukta okumayacagımı bile bile. Önemli olan onlarım benim yanımda olmasıydı. Sırf bu arzumu gerçeklestirmek için yanımda sandıklar ve birçok bavul tasıyordum. Simdi bir akıllı tabletin içine bütün Freud'ları, Stendhal'leri ya da Shakespeare'leri sıgdırmak mümkün. Bunlarla birlikte yolculuk yapmak beni mutlu ediyor. Üstelik kitap çıkmadan elektronik halini satın almak mümkün.
- Ileride kitaplarınızı ne yapacaksınız?
- Sabancı Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi'ne binlerce kitap hediye ettim. Yakın zamanda bir daha ayıklama isine girip bir yerlere verecegim.
- Okurken ritüelleriniz var mı?
- Benim en temel ritüelim, en zor sartlar altında okumak. Dört yasımdayken okuma yazmayı söktüm ve mum ısında kitaplar okudum. O çocuklugumun ritüeliydi. Teorik bir kitap okuyorsam mutlaka masada okurum. Çünkü harıl harıl fis çıkarırım. Ama edebiyat okuyacaksam mutlaka uzanıp okurum. Çok uzun okuma maratonlarımı daima uzanarak yaptım. Yazarken daha kemiklesmis ritüellerim var. Çünkü yazmaya baslamadan önce hayatı durdurmam gerek. Bu nedenle yazarken puro içerim. Büyük bir puro içicisi degilimdir ama 1984'ten beri seçici bir puro içicisiyim. Bir puro yaktıgım zaman hayatın durduguna inanırım. Bir diger alıskanlıgımsa su; yalnız olsam bile odamın kapısını kapatırım. - Seyahat sırasında da kitap alır mısınız? - Tabii. Kitapçıları ve büyük kütüphaneleri dolasmaktan keyif alırım.
- Yurtdısında gördügünüz kütüphanelerden en çok hangisini begendiniz?
- Dünyanın her yerinde kitapçıya ve kütüphanelere gittim. Büyük kütüphanelerde kalmak ve çalısma sansım oldu. Bunlardan bazıları Columbia Üniversitesi'nin Butler Kütüphanesi ve Michigan Üniversitesi'nin Firestone Kütüphanesi. Her birinde yaklasık 6 milyon kitap var. Columbia Üniversitesi'ndeyken bana departmanda degil, kütüphanede bir çalısma odası vermelerini istedim. Elimdeki isle ugrasırken sıkıldıgımda odamdan çıkıp milyonlarca kitap içerisinde dolasmakla elde ettigim tatmini baska hiçbir yerde yasamadım.

ESKİDEN BİR KİTAP İÇİN AYLARCA BEKLERDİK
- Arayıp bulamadıgınız bir kitap var mı?
- Eskiden vardı, artık yok. Bu isin fetisistik bir kısmı. Bir kitabı okumak için almak istersiniz. Artık dünyada internet var. Eskiden okumak istedigim kitaplar ve okumayacaksam bile edinmek istedigim kitaplar vardı. 1970'li yıllar hatta 1980'ler Türkiyesi, entelektüel açıdan bir çöldü. Kitap almak için neler çektigimi anlatsam hayret edersiniz. Yurtdısından kitap getirtmek için bankaya fatura getirtiyorsunuz, banka sizi merkez bankasına yönlendiriyor. Günlerce bekliyorsunuz ve altı ay sonra döviz izni alıyorsunuz, parayı yurtdısına gönderiyorlar. Kitap ancak bir yıl sonra elinize geliyor. Böyle bir Türkiye'den bugüne geldik. ABD'deki bazı kitapçılar Türkiye'ye kitap göndermiyordu. Bu nedenle ABD'de birkaç posta kutusu kiraladım ve birileri o kitapları biriktirip bana gönderdi. Dünyanın masrafını yapıyordum. Internet de hayatıma böyle girdi. Ikinci el kitapları uluslararası arenada internet sayesinde satın almaya basladım. Simdi de ulasamadıgım kitaplar var ama bu artık eskisi kadar büyük bir hasret degil. Yurtdısındaki büyük kütüphanelerde bu hasretimi bir nevi giderdim. 10. yüzyılda basılmıs kitabı elde etmek istemem. Arkeolojik kitap tutkunu degilim. Ben kendi dünyamın kitaplarına ulasmaya çalısırım. Benim meselem de bu kitapların birinci baskılarına ulasmak.
- Simdi artık sadece internetten mi kitap alıyorsunuz? Kitapçılara gitmez misiniz?
- Kitapçıya gitmek ve kitaplarla ugrasmak dünyadan soyutlanmak, kitapla bir tür savas yasamak, sevdiginiz yazarın kitabını bulma sevincini yasamak, hesaplasacagınız kitaplarla karsılasmak, yeniden görünce ahbabı tanımanın heyecanını kitapçılarda yasamak bambaska bir duygu.
- Pek çok kisi kütüphanesine kimsenin bakmasına ve karıstırmasına izin vermez. Siz de bu korumacı kategoriye giriyor musunuz?
- Tabii. Insanların kitaplara bakıp isimler kazanmalarını çok severim. Bu dediklerimi elestirebilirsiniz ama ben daima anormal bir adalet ve dogruluk tutkusunun mahkumu oldum. Hak etmeyen kisinin o seye sahip olmasını ve onunla ugrasmasını istemem. Ben her seyimi bölüstüm ama bir sartla, bölüstüklerimin yerinde harcanmasını isterim. Kitaba saygı duymayana vermem. Entelektüel dünyanın içinde olan biriyse, kütüphanemi ve ilginç yapıtları gösteririm. Benim evime zaten en fazla bes kisi girer. Onun dısında zil çalınca kapı açarım ya da telefona bakarım. Ama eskiden her gün ögle yemeginden sonra ögrencilerimle bir tür salon toplantısı yapardım. Ögrencilerim odama gelirdi, iki saat bendeki kitapları serbestçe tartısırdık. Hatta kitaplarımın bir kısmını ögrencilerim alıyor. Hak ettiklerini düsünüyorum, onların almasının hiçbir mahsuru yok.

TÜRK EDEBİYATI YİTİK BİR KITA
- Hiç Türk yazar ismi saymadınız. Kitaplarını okudugunuz bir yazarımız yok mu?
- Bu gerçekten zor bir soru ama cevap vermem gerekirse Halit Ziya Usaklıgil çok önemli bir yazar. Türk edebiyatı aslında bir bütün olarak yitik kıtadır. Türk edebiyatında klasiklesmis yazar dediginizde her kafadan bir yazar ismi çıkıyor. Bugün Hüseyin Rahmi'yi ya da Halit Ziya'yı okuyan var mı? Türkiye'de galiba gençler bir romanı okuyor: Oguz Atay'ın Tutunamayanlar'ı. Gerçekten kült roman oldu. Teknikler göz önünde bulunduruldugunda modern bir yazar olarak Attila Ilhan'ı söyleyebilirim. Günümüzden isimler vermek gerekirse de Orhan Pamuk ve Selim Ileri gerçekten kıymetli yazarlar. Ama döne döne okudugum isim Nâzım Hikmet. Siirin ötesine geçen duyarlılıkları itibariyle o çok önemli bir isim benim için.
- Kitapları orijinal dillerinden mi yoksa çevirilerini mi okumayı tercih edersiniz?
- Tabii ki orijinalinden okumak isterim. Ben de kendime göre yabancı diller bilip okuyabilen biriyim. Karamazov Kardesler'i inandıgım bir çevirmenden niye Türkçesini de okumayayım? Tabii ki de Lawrence Durrell'ı orijinal dilinde okudugum zaman "Allah Allah!" dedigim ya da Shakespeare'i okudugum zaman çıglıklar attıgım oldu. Türkçeye çevrilen bazı kitaplar var ki insana büyük okuma zevki veriyor. Simdi artık çeviri alanında büyük mesafeler kaydedildi.

HER YIL DOSTOYEVSKI'NİN BİR ESERİNİ OKURUM
- Basucu kitaplarınız hangileri?
- Dostoyevski'nin eserleri. Aslında benim bir alıskanlıgım var. Her yılbası gecesinde düsünürüm ve o yıl bütün yapıtlarını okuyacagım bir yerli, bir de yabancı yazar seçerim. Ama her yıl mutlaka Dostoyevski'den en az bir yapıt okurum. Bir diger favori yazarım Samuel Beckett'tir. Onun romanlarını da severim ama asıl oyunlarını okumaktan büyük keyif alırım. Benim için 20. yüzyılın Dostoyevski'si Beckett'tir. Tabii Sofokles ve Shakespeare de vazgeçemedigim isimler arasında yer alıyor. Ben genellikle bir yazarın bütün yapıtlarını alır ve okurum.

Hangi kitabın, kaçıncı sayfasında kaldığımı aklımda tutarım
 Kitap ayracı kullanıyor musunuz?
- Sayfa sayılarını aklımda tutarım. Benim fil hafızam vardır. Aynı anda birçok kitap okurum ve "Hangi kitabın kaçıncı sayfasında kaldığımı bilecek miyim?" diye kendimce bir yarışırım. Ayraç kullanmam, sevmem. Kitap sayfasını kıvırmam. Babamın entelektüel anlamda yetişmemde önemli rolü vardır. Çocukken bir gün, bir sayfayı kıvırınca babam "Nedir bu böyle? Kitabı rezil etmişsin" dedi. Sonra baktım gerçekten çok sefil bir şey. Şimdi sadece teori kitaplarını kıvırıyorum ama o da teknik araçlar olduğu için...
- Kütüphane oluşturmak isteyenlere tavsiyeleriniz var mı?
- Bütüncül olmalarını öneririm. Sevdikleri yazarların bütün kitaplarını alsınlar. Zordur tabii. Ben zor edebiyatı sevdim. Bana göre bugün hâlâ klasikleri okumayan bir bilinç ondan sonrasını da yapamaz. Bernard-Marie Koltes büyük bir oyun yazarıydı ama o Fransız tragedya yazarlarından etkilenerek bunu başardı. Klasikler kütüphanede bulunmalı. Milan Kundera'dan bir tek Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği'ni okumakla olmaz. Tamamını okuduktan sonra zihninizde haritalar oluşuyor.

http://www.sabah.com.tr/Kitap/2014/04/12/elektronik-kitaplar-gercek-kutuphanelerin-yerini-alacak


15 Mart 2014 Cumartesi

Edebiyata kadın dokunuşu - 15.03.2014


8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü yeni geride bıraktığımız günlerde, elbette kadın yazarları unutmak olmazdı. İşte 2014'te okuyacağımız kadın yazarlar ve kitapları. ECE ULUSUM derledi

Metis Kitap
Sema Kaygusuz ile yine yeniden
Geçtiğimiz aylarda ilk oyun kitabı Sultan ve Şair'i yayımlanan Sema Kaygusuz'un roman ve öykülerinin de yeni basımları bundan böyle Metis Edebiyat koleksiyonunda olacak. Kalemi sevilen Kaygusuz'un Yere Düşen Dualar'ı bu ay yeni baskısıyla okur karşısında. Ayrıca Demet Dinler'in atık kağıt işçileri anlatan kitabı İşçinin Varlık Problemi ve Anna Banti'nin 16. yüzyılda yaşamış sıra dışı bir kadın ressamı konu alan romanı Artemisia da önümüzdeki aylarda çıkacak kitaplar arasında yer alıyor.

Kırmızı Kedi
İnci Aral için gün sayıyoruz
Kitap külliyatı birer birer Kırmızı Kedi'den çıkan İnci Aral'ın önceki kitaplarından Ağda Zamanı ve Ruhumu Öpmeyi Unuttun yeniden yayımlandı. Aral şu sıralar yeni kitabı üzerine çalışıyor. Bu kitabı yaz aylarında okuyacağız.

Yapı Kredi Yayınları
Tezer Özlü de var, Judith Butler da
Yapı Kredi Yayınları okurlarına ilk romanıyla dikkat çeken Tuğba Doğan'ın kitabı Musa'nın Uykusu'nu öneriyor. Duygularını kaleminin mürekkebi yapan Tezer Özlü'nün Yeryüzüne Dayanabilmek İçin kitabı da raflarda yerini alırken yayınevi Prof. Judith Butler'ın Savaş Tertipleri'nin Cogito serisinden çıkacağı müjdesini verdi.

Altın Kitaplar
Polisiyenin kraliçesi Agatha Christie yeniden
Çocuk kitaplarıyla yıllardır okurların hafızasında yer edinen Gülten Dayıoğlu, önümüzdeki ay hem yetiştirdiği kuşaklar hem de yetişecek yeni fidanlar için bambaşka bir tarzda kaleme aldığı Kayıplara Karışmak kitabıyla seslenmeye hazırlanıyor. Sevgi Perek ise Bizim Şirket adlı kitabıyla iş dünyasındaki kadına bakış açısının önemine ve bir kadının gözlemlerine dikkat çekecek. Polisiye roman söz konusu olduğunda ilk akla gelen isimlerden biri olan Agatha Christie'nin Altın Kitaplar'dan yeniden basılan eserleri arasında Zarif Bir Cinayet Gecesi ve Mezopotamya'da Cinayet var.

Kapı Yayınları
Bir Eski Sokak Sesi'ne kulak verilmez mi?
Kapı Yayınları'nın kadın yazarları arasındaki Yıldız Ramazanoğlu Çiçekli Bir Boşluk adlı yeni öykü kitabıyla edebiyat serüvenine devam ediyor. Türk edebiyatının sevilen öykücü ve romancılarından Sevinç Çokum'un 1972-1974 yılları arasında yayımlanan ve çok sevilen ilk öykü kitapları Eğik Ağaçlar ve Bölüşmek, Bir Eski Sokak Sesi adlı kitapta toplandı ve raflarda yerini aldı. Ünlü fotoğrafçı Gülderen Bölük'ün Osmanlı'dan günümüze fotoğraf stüdyolarıyla ilgili Fotoğrafın Serüveni adlı çalışması da özel koleksiyondan görsellerle yayımlanacak.

Remzi Kitabevi
Bedia Akarsu sürprizi
Yayınevinin önümüzdeki günlerde yayımlayacağı kitaplar arasında Özlem Yıldız'ın Elçiye Zeval Olmaz ve Aydan Üskanat'ın yemek kitabı Mevsiminde Yemek var. Ama asıl sürpriz ünlü felsefeci Bedia Akarsu'yla ilgili bir nehir söyleşi kitabının çıkacak olması.

Timaş Yayınları
Bekiroğlu için bir süre bekleyeceğiz
Cennet Kadınlarının Sultanları dörtlemesiyle Hz. Asiye, Hz. Meryem, Hz. Hatice ve Hz. Fatıma'nın hayatlarını romanlaştıran Sibel Eraslan 2014'ün ilk aylarında da Hz. Aişe'yi yazdı. Timaş, sonbahar aylarındaysa Nazan Bekiroğlu'nun da bir kadın romanıyla okurlarıyla buluşacağını müjdeliyor.

Koton Kitap
Trigiani'den yeni bir kitap
Koton Kitap'ın ilk kadın yazarı Wendy Lower'ın Hitler'in Şirret Kadınları kitabı geçen ay okurla buluştu. Önümüzdeki aylardaysa iki kadın yazarın kitabı çıkacak: 'New York Best Seller' listesinde kitaplarıyla yer alan Adriana Trigiani'denAyakkabıcı'nın Karısı ve Vicky Vlachonis'ten Beden Yalan Söylemez.



Can Yayınları
Ayfer Tunç raflarda, Emine Uşaklıgil'in eli kulağında

Kadınların edebiyata dokunmadığı bir hayatın bile ürkütücü olduğunu belirten Can Yayınları, 2014 yılını da aynı üretkenlikle geçirmeyi hedefliyor. Bu yılın yayınevinden çıkan ilk kadın kitabı Ayfer Tunç'un yeni romanı Dünya Ağrısıoldu, hemen ardından Sibel K. Türker'in öykülerini bir araya getirdiği Aşkın Kalplerimizdeki Mutat Yolculuğu adlı kitabı da okurla buluştu. Büşra Ersanlı'nın cezaevinde geçirdiği günleri anlattığı Bulut Falı geçen hafta yayımlandı. Emine Uşaklıgil'in geçmişten günümüze İstanbul'un serüvenini anlattığı Bir Şehri Yok Etmek ise bu hafta yayımlanacak.

14 Ocak 2014 Salı

Tuhaf öykücünün bir tuhaf anıları - 14.12.2013

Kısa filmleriyle olduğu kadar hikayeleriyle de genç kuşağın sesi olarak nitelendirilen Etgar Keret'in yeni kitabı Yedi Güzel Yıl raflarda yerini aldı. ECE ULUSUM yazdı

Israıllı yazar Etgar Keret bu kez yazar kimliginin yanı sıra babalıgını, karı koca iliskisini ve etnik kimligini kaleminin mürekkebi yapıyor. Daha önce Tanrı Olmak Isteyen Otobüs Soförü, Buzdolabının Üstündeki Kız ve Kapı Birden Vuruldu gibi derleme ve hikayelerini okudugumuz Keret, Yedi Güzel Yıl adlı eserinde yedi bölümde anılarını aktarıyor. Siren Yayınları'nın bastıgı Yedi Güzel Yıl okuru, yazarın talihsiz anıları içinde tuhaf ve sürükleyici bir yolculuga çıkarıyor. Keret'in son yedi yılından belli ki özenerek seçtigi bu anıları, kurmaca hikayelerindeki talihsiz karakterlerinin basına gelenleri hiç aratmayacak cinsten. Komedi ve hüznün birlikte olusturdugu güzel cümleler ve tezat anlatımlarla ironik olayları okuyacaksınız Yedi Güzel Yıl'da. Kitabın ilk bölümünde bir erkek evlada sahip bir baba olarak, oglunun dogumunu ve bir Yahudi olarak gelecekteki hayatını kara mizah ögeleriyle anlatıyor. Kara talihinin yakasını bırakmamasına ragmen yedi yılını güzel olarak nitelendirmesinin nedeni büyük ihtimalle oglu ve karısı. Samimi anlatımıyla Keret, okuru da çekirdek ailesinin iyi ve kötü hislerine ortak ediyor. Geleneklerinden kopmayan modern bir ailenin, kötünün içinde sevgi baglarıyla iyiyi yarattıgını görecek ve belki de imreneceksiniz. Etgar Keret'i, yine metnin sadelige her zaman sadık kalan Avi Pardo'nun çevirisiyle akıcı ve yazarla saglam bir bag kurmanızı saglayacak güzel bir dil ile okuyacaksınız. Argo söylemleriyle olmadık bir yerde sizi güldürecek, tam gülümsemisken okudugunuz bir cümleyle hüzünlenecek ve her sey yolunda giderken saskınlıkla kol kola gezeceksiniz. Duygu geçislerinin bu kadar basarılı bir sekilde hızlı ve çarpıcı olması okuyana keske daha uzun olsaydı dedirtiyor.

İĞNELEMELER DOLU
Yahudi ailesinin evladı, hayatının çogunu seyahatlerde geçiren bir yazar ve sıkıntılı bir cografyanın vatandası olarak hayattan aldıgı darbelerin acısını, bu kitapta ince ve sivri igneleriyle çıkarmıs adeta. Kitapları simdiye dek 35 ülkede, 31 dile çevrilen Israilli yazar, hikayelerini yazarken hayatındaki tuhaflıklardan etkilendigini söylüyor. Bu kitabı okuyunca, tuhaflık konusunda ona hak vereceksiniz. Keret'in hikayelerini sevenlerin kütüphanesinde olması gereken bir kitap Yedi Güzel Yıl.

DERS ÇIKARILACAK BABA-OĞUL SOHBETLERİ
Erkekler Ağlamaz adını verdiği anısında yazar, oğluyla sohbetini okurla paylaşıyor. ... "Demek çocukken ağlamak istediğinde onun yerine şarkı söylüyordun, öyle mi?" diye soruyor Lev. "Hayır," diyorum gönülsüzce, "Şarkı söylemeyi bilmiyorum. Bu yüzden ağlayacağımı hissettiğimde onun yerine gidip birine vuruyordum." "Tuhaf," diyor Lev dalgın bir tonla. "Ben genellikle mutlu olduğumda gidip birine vururum." Buzdolabına gidip ikimize de birer peynirli börek almanın tam zamanı. Oturma odasında oturup sessizce böreklerimizi kemiriyoruz. Baba oğul. İki erkek. Kapıyı vurup kibarca isteseniz size de peynirli börek ikram ederiz, fakat onun yerine başka bir şey, bizi hüzünlendirecek ya da mutlu edecek bir şey yapacak olursanız biraz hırpalanmanız hayli olası...

http://www.sabah.com.tr/Kitap/2013/12/14/tuhaf-oykucunun-tuhaf-anilari-bir

10 Ocak 2014 Cuma

Can Yayınları'nın yeniliği bir hata mı?


Can Yayınları haftalar öncesinden "Yeniliklerimiz var" yazan bir davetiye yolladı. Herkes gibi ben de yeni yazar transferlerini açıklayacakları bir şov olacağını düşündüm. Dün akşam yanıldığımı öğrendim. Kitabevinin radikal nitelikteki kararları beni hayretler içinde bıraktı. Logo üzerinde biraz oynamaları bir şeyi değiştirmezdi ama beyaz çerçeveden vazgeçmek de nedir? Kitabevi desek bile Can bir marka ve beyaz fon kapak markanın kıyafetiydi. Raflarda gezinirken göz sürekli Can’ın kitaplarını keser. O beyazlık “Buradayım” der.Yolda karşınızda kitap okuyan birinin elindeki kitabın hangi yayınevine ait olduğunu bir bakışta anlayabilir misiniz? Can Yayınları bunu başarmıştı. Değişklik yapmalarının nedenini "yazara ağırlık verme arzusu" olarak açıkladılar. Açıkçası bundan da şüpheliyim.

Bu kararı alırken marka ve tasarım ilişkisini bilen biriyle konuşmamış olma ihtimalini göz önünde bulundurmayı reddediyorum. Tasarım, markanın kıyafeti yani kimliğidir. Tüketici, markanın tasarımıyla tanıştığı anda başarısıyla paralel olarak zihninde ürünü kodlar ve hafızaya alır. Kodlama hafızada olduğu sürece birey, binlerce ürün içinde eli tanıdık markaya gider. Bu oldukça kolay bir stratejidir. Time dergisinin kırmızı yazı ve çerçevesi ve National Geographic’in sarı çerçevesi yerinde örnekler olacaktır.

Time’ın her sayısı muhteşem mi sizce? Ama o Time! Peki, kırmızı çerçeve denince akla gelen nedir? Markanın çerçevesiyle dikkat çektiği her konu dünya gündeminde. Bu kadar yıl ayakta kalmasının en büyük nedeni olduklarını biliyorlar, kendileri bile açıkladı. Bazen kırmızı çerçevesini öyle çarpıcı kullanıyorlar ki, marka ben buradayım diyor. National Geographic’in televizyon kanalı dergisine ait değil. Ama derginin sarı çerçevesi tüketiciyle çoktan tanıştı ve marka güven kazandı. Televizyon kanalı da bu nedenle sarı boş çerçeveyi kullanıyor. Bir ara sarı çerçeveden vazgeçtiler ki satış düşünce hemen geri döndüler…

Sizce Can Yayınlarında da böyle olmaz mı? Üstelik kitap kapakları Everest'in kitaplarını andırıyor. Kitabevinin itibarı göz ardı edilemez ama beyaz çerçevesinin gücünü de unutmamalı… Üstelik nitelikli okurun yanı sıra kapak için kitap alan okurun olduğu bir ülkedeyiz. Orada bulunan bütün gazeteci ve yazarlar aynı fikirdeydi. Kitap kitaptır, popüler dünyada kitap kapak ve yazardır.