festival etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
festival etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Kasım 2012 Cuma

Ulusulararası Suç ve Ceza Film Festivali: Erkekler Suçlu!



  Geçen ay ikincisi düzenlenen Uluslararası Suç ve Ceza Film Festival'indeki panellerde dikkat ettiğim şey sürekli erkeklerin içgüdüsel olarak güç sahibi olduklarında, kadınları ezmesinden başka hiç bir şeyden söz etmeyerek erkekleri farkında olmaksızın ötekileştirmekti. Zeki kadınlar ve beyler, hukukçular, bilim insanları, medya ve önemli sanatçılar vardı; Türkan Şoray, Zeki Demirkubuz ve Selim İleri gibi.
Sorular soran kişilerde söz ettiğim gibi erkekleri suçlayıcı nitelikte davrandı. Bir bayan olarak ben. " Objektif davrandığımıza inanmıyorum. Kadınlarda güçlü statü elde edince erkekleri ötekileştirmiyor mu? Kadına işlenen suç diyorsunuz ama bu suçun tek taraflı mı işlendiğini düşünüyorsunuz anlamadım. Diyeceksiniz ki erkekler bunu başlattı. Bu paneller çözüm için yapılıyor, biz kadınlar kendi içimizdeki güç savaşını bitirdik mi karşıdan bekliyoruz ya da ortak bir payda da buluşturuyoruz?"  dediğimde erkek katılımcıların alkışlaması kadınların bana suçlayıcı gözlerle bakmasının yanı sıra soruma cevap alamamam ilginçti. "Burada insan haklarını konuşuyoruz yalnızca kadınları değil" dediler. mikrofonu elimden almalarına rağmen : "iyi de panelin adı suç kadın olmak, ceza müebbet." dediğim de "vaktimiz yok ."dediler, benden sonra 3 kişi daha konuştu...

   Panel sona erdiğinde 4 avukat , evet hepsi bey, beni tebrik ederek hislerimize tercüman oldunuz, teşekkürler  dediler. Hollandalı olan avukat " sizin gibi cesur kadınlara ihtiyaç var!" dedi elimi heyecanla sıkarken. Bir beyefendi bana ajanda hediye etti, içinde telefonu yazan ve dipnotunda "her hangi bir hukuki süreçte bu gazeteci bayanın yanında olmaktan gurur duyarım" diye eklemiş. Belki onlar ataerkil anlamda tatmin edici sözlerimi kendilerince anlamlandırdılar ve ona göre tebrik ettiler. Aslında önemsiyorum diyemem, bayanlar bu panel kapsamında yeterince pohpohlandı çünkü.  Kadınların yaşadığı zorlukları ve şiddeti elbette biliyoruz da bu festivaldeki panellerin çoğunda erkeklerin statüleri ile kadınları ezdiklerinden söz ediyor. Daha kadınlar birbirini statüleri ile ezerken hem de!

   Sürekli kadının ezilmesini bir tarafından tutup ekonomik güç ve cahilliye getirdiler. Öyle şaşırtıcıdır ki panellerde beyefendi katılımcılardan bayanlara oranla daha mantıklı ve de somut örneklerle dolu konuşmalar duydum. Aslında erkeğin güçlü kadının ezilen taraf olması tamamen kanıksanmış bir yargıdır. Doğu illerimizde hala küçük yaşta evlendirilme, töre ve eğitimsizlik varken statülerin erkek kadın arasında savaş olmasını konuşmak bana şuan için erken geldi. Metropol şehirlerin sorunları elbette mevcut ama bunu o süslü paneller ile bilgili kişilerin yine bilgili kişilere anlatmasında ne kadar fayda olabilir.

   Uluslararası nitelikteki bu festivalin kısa filmleri ve de zeki hukukçuların tadına doyulmazdı. Ciddi anlamda rahatsız edici ve farkına vardırıcı konular işlendi.  Bir konu rahatsız ediyorsa insanı orada insanlığı dejenere eden bir sorun vardır. Ama çözüm noktasında insanoğlunun suçlu birileri bulup onun üzerinden çözüm yaratmaya çalışması tamamen hatadır.

İstanbul Üniversitesi ve Festival

    İstanbul Üniversitesi'ndeki  festivaller katılımcılar ve de teknik ekip anlamında çok iştahlandırıcı ve de gerçek anlamda faydalıdır. Bu yadırganamaz bir gerçek olabilir ama kötü olan nokta ise, festival hangi fakülteyi yakından ilgilendiriyorsa o fakültenin öğrencileri festivalde katılımcı oluyor. Suç ve Ceza festivali yalnızca hukuk öğrencilerine açıktı. Ben basın kontenjanından girmiş olmama rağmen diğer iletişim fakültesindeki  dostlarımın ya da bilgilenmek isteyen bir başka fakültedeki öğrenci dostumun da katılmasını istedim.

   Belki katılımcıların yoğunluğu nedeniyle sıkıntı olmaması istendiği için ya da bilir kişiler farklı sebeplerden böyle bir kural getirmiştir, bilemiyoruz. Okulda yaşadığımız bir çok sorunun olduğunu biliyoruz ama bunun da çözülmesi gerektiğine inanıyoruz iletişim fakültesi olarak.

Ece Ulusum

23 Eylül 2012 Pazar

Basın Fotoğrafçılığında Coşkun Aral Rüzgârı

     Bursa Fotofest 2012 nin ikinci gününe katıldım. Amacım öncelikli olarak Coşkun Aral'ın seminerine katılmaktı ve haklı çıktığıma sevindim. Bu keyifli günün önemini haber olarak uzun bir süre sonra yazdım. Umarım gazetecilik kimsenin gözünün korktuğu sıkıldığı yer olmaz bundan böyle. Şahsen gazetecilik okuyan ama ego savaşları içinde ezilen hevesimi ancak canlandırabildim.
Ayrıca ilgili olanlar için ses kaydındaki deşifrenin en mühim yerlerini de yazmak istedim. Kesinlikle okuduğunuz da Coşkun Aral'ı daha çok takdir edeceksinizdir.

Haber için:

http://ihaber.istanbul.edu.tr/medya/basin-fotografciliginda-coskun-aral-ruzgri-h504.html


Aral'ın seminerde anlattıklarının bir kısmı

Türkiye ve fotoğrafçılığı hakkında

"   Umarım Türk Basını böylesine değerlileri araştırır bulur ve bir sonraki dönemde yeni kuşaklara da aktarır. Bizden sonrakiler de Türkiye'de basın fotoğrafçılığının tepeden inme değil, bir takım insanların gayretleriyle olduklarını hissederler. "

   Benden önce aslında herşey belgelenmiş ama savaşlar devam ediyor, ne yazık ki ve bende belgeliyorum elimden geldikçe. Savaşları doğru aktarırsa insanlar sanırım o topraklarda savaş çıkmıyor. Bunda da önemli olan, başta fotoğraçılar gibi tarihi belgseleyen insanlar. Biz sanatçı değiliz, biz sanata kaynak olabilecek tarihi belgeleyen insanlarız."

"   Öylesine savaşlar yaşadım ki gariptir çektiğim fotoğraflar Türkiye'de hiç bir yerde yayınlanmadı. Örneğin Saraybosna Savaşı'nın ilk üç ayına tanık oldum. Fotoğrafları gönderdiğimde Türkiye'nin en önemli gazetesi kullanmamıştı. Dünya basını savaştan  bahsediyorken, benim Türkiye'de anlaşmalı olduğum gazeteler bahsetmiyordu. Savaş ne kadar uzaksa o kadar uzak kalsın diye bir anlayış hakimdi. Savaş iyi aktarılırsa ders alınabiliyor. Mesela İsviçre'de savaşlar öyle aktarılmış ki her an savaş çıkar diye İsviçreliler malzeme stokluyorlar, herkes asker.Savaşı iyi aktaracak illa kan ya da vahşet fotoğrafları değil. Bazen binlerce kelimelerin, bir kitabın yerine geçen fotoğrafta olabiliyor."


"   Fotoğrafta gündeme paralel gidiyor. Çok basit bir örnek vereyim. 1988 yılında İran hükümeti Halepçe'ye Türkiye'den gazeteci götürdü. Türkiye'den bir gazeteci grubu, o dönem İran'da Irak'ın kimyasal bomba kullandıgı  Halepçe bölgesine götürüldüler yani. Irak'da Saddam rejimin kürtlere karşı yapmış olduğu fotoğraf olarak anılan fotoğraf çekildi. Bu fotoğrafı bu gazeteci grubu arasındaki Ramazan Öztürk çekti. Söz ettiğim fotoğraf Türkiye gazetelerinde yayınlanmadı. Bu  fotoğraf bir kaç ay sonra Amerikan Basın'ında, üstelik kendilerinin eğittikleri kişilerin açıklamalarıyla 'Irak kimyasal silah kullanıyor.' lafı üzerine küçük bir haber olarak çıktı. Gökşın Sipahioğlu rakip ajansta olmasına rağmen Ramazan'dan fotoğrafı alarak kullandı ve şimdi o fotoğraf dünyanın en önemli fotoğrafları arasında. Dönem çok önemli. Dünyanın en iyi fotoğrafını  çekebilirsiniz, zamanla değerlenebiliyor."


 "... Bunun etkisi var ama fotoğraf kadar o fotoğrafı kendi malzemesi olarak kullanan sanatçılara da ihtiyaç var. O yüzden sanatçı kolay olunmuyor, bizler sanatkarlara, daha geniş kitlelere o mesajları doğru ulaştırılsın diye onlara malzeme alıyoruz. Ama ne yazık ki bizim ülkemizde sanatçılarda bu tür mesajları ne kadar doğru kullanırlar, bu da tartışılabilir. Biraz geri kaldığımızı söyleyebilirim. Çok iyi belgesel fotoğrafları çekiliyor ama bir ilham kaynağı olup bunu gerek plastik sanatlarda, gerek görsel sanatlarda gerek sinemada ne kadarı işleniyor, ne kadarı ele alınıyor bilemiyorum.

   Örneğin bizim meslekte 1980ler yılında iki ayrı hollywood filmi yapıldı bir anda bizim mesleğin değeri dünyada yükseldi. Biri Salvador biri  Under Fire idi. Sinema sanatının gerçek anlamda  kurmaca bir sistemde bizim bütün mesleğin bütün yaşanmışlığın dünyaya aktarımı hızlandırıldı.Birden bire savaşlarda çalışan muhabilerin yaşam koşulları konu edinmeye başlandı. Ama bizde hala böyle bir şey yok.

  Geçenlerde çocuk psikolojisi ilgili bir konferansa gitmiştim. Savaşta çocukların yaşadıkları tramvaları ele alan. Bizim bu konuda araştırma yapan doktrlarımızın verdiği örnekler bile II. Dünya Savaşı'nda Londra'dan alınmış örneklerdi. Kendi ülkemizde bir savaş atmosferi hakim, bir terör hakim. Bunun tramvasını yaşayan çocuklar var. Onlar arasında araştırma yok ya da onlar bir şekilde aktarılmıyor. Ama bundan 50 yıl öncesindeki çok farklı bir savaş aktarlıyor. Kendi yaşadıklarımız varken biz hala dünyadan örnekleri kullanıyoruz. Hem de eski örneklerle kıyaslama yapıyoruz."


Sosyal medya hakkında
"Gazeteler ve ajanslar zaten para vermek istemiyor. Tabi böyle olunca, sosyal medyadan gelen fotoğrafları onlar yayınlıyorlar. Ama artık elinizde tablet bilgisayar varsa insan olma gereği, daha kalitelisini ister. Sosyal medyadaki fotoğrafların hiç birinde profesyonel bir fotoğrafçının o fotoğrafa verdiği çabayla zamanla alakası yok. O yüzden hatırlatma anlamında önemli sosyal medya. Bu çalşma günlük basn yayın organlarındaki basın fotoğrafı alanını azaltır ama fotoğrafa  ihtiyaç duyanlar kaliteyi kullanan mecraları mutlaka bulurlar."

*Coşkun Aral'ın konuşmasındandır. Hiç bir değişiklik ve ekleme yoktur.